27 Nisan 2016 Çarşamba

Siyahilerin Rock Yapabileceğinin Kanıtı:Living Colour

     Sanılanın aksine rock müziğin öncülerinin hep beyaz kökenliler olduğu düşünülür;fakat bu fikir içinde büyük bir saçmalığı barındırır.Rock müziğin varoluşunu,siyahi amcalarımıza borçluyuz;rockseverler olarak onlara ne kadar minnettar olsak az.En azından benim gibi birçok rockçı bu iddialara karşı Jimi Hendrix,Chuck Berry,BB King gibi ''baba'' isimleri öne sürebilirler.
     Rock,siyahlarin yazgilarina bir karşı çıkışıydı,isyanıydı,belki bir nebze de kabulleniş...
     Günümüz rock müziği,ilk olarak bugün bilinen farklı bir tür olan ve en azından 21.yy'da rock'tan cizgi olarak kendini ayrımsayan  ''blues müzik'' olarak ortaya çıktı.Daha sonrasında siyahlar kadar baskı altında geçmeyen yaşamın sonucu ve bunun anlatımı olan rock'n roll türü neşet etti.Tıpkı asit baz bileşimi gibi bu 2 tür birleşti ve ritim blues hasıl oldu.Bu yeni oluşum,50'lere 60'lara damgasını vurdu.Evrim teorisini kanıtlıyoruz sanki anasını satayım.
      70'lere gelindiğindeyse artık rock müzik biraz daha sert bir hal almaya başlamış ve sadece siyahlara özgü olmaktan çıkmış;ortak bir ses haline gelmişti.Hard rock,heavy metal gibi türler doğmuş ve rock artık günümüzde bilinen manasına kavuşmuştu diyebiliriz.
       80'lerde ise rock'ın diğer türleri de yavaş yavaş neşet etmeye başlamıştı.Tabii biz rockçılar için bu durum özel bir sevinç kaynağıydı...
       Buraya kadar rock'ın doğuşunu az buçuk da olsa aktarmaya çalıştım ki bunu yapmam gerekiyordu zannediyorum.
       Şimdi büsbüyük rock pastasının ufak dilimini teşkil eden bir gruptan bahsetmem gerek,yani Living Colour'dan...
       Living Colour,New York City'de 1984'te forme edilirler ve böylelikte müzik yaşamlarına start vermiş olurlar.Kategori olarak:hard rock,glam rock,funky rock ve alternative rock'a rahatlıkla sokulabilirler.Bana göre Red Hot Chili Peppers,Faith No More ile birlikte Funk müzik ile Rock Müzik beraberliğini enfes bir sekilde ortaya koyabilmiş ender gruplardan bir tanesidir.Adlarıyla müsemma olarak da rengarenk bir gruptur.Bu da klasikal rock dinleyicisinin sempatisini üzerlerinde toplamaya fazlasıyla yeter.
       En önemli başarıları ise Cult of Personality şarkılarıyla Grammy Ödülünü 1990 Senesinde,Rock dalında kazanmalarıdır.Grup daha ziyade bu şarkıyla bilinmektedir.Yanlış anlamayınız lütfen,öyle one hit wonder tanımlamasından kendilerini epey bir uzaklaştıracak düzeyde enfes albümler çıkartmış;şarkılar yapmışlardır.Cult of Personality dışında,love rears its ugly head,type,glamour boys,open letter to a landlord,i want to know,nothingness,stain-ırkçılığa karşı darbe niteliğindedir- gibi her beğeniye hitap edecek seviyede fevkalade şarkılar yapmışlardır.Mevcut diskografileri ise sırasıyla şöyle:vivid,time's up,stain,collide,the chair in the doorway,shade.
     Günlük hayatımızda çok sık kullandığımız bir ingilizce kökenli kelime vardır,tam kalıbının adamı sözcüktür;olanı en çıplaklığıyla gözler önüne serer hani.underrated.işte bu grup tam bir underrated'tır.hak ettiği değeri,alakayı çok da fazla görememiştir.Bunun da nedeni sanıyorum:o dönem rhcp,faith no more gibi türdeşlerinin daha ön planda olmaları ve ten renkleri;ancak inanın bunların hiçbir önemi yok.Living Colour bizim kalbimizde,yüreğimizde yer etti ve playlistlerimizi ekşi sözlük tabiriyle sürekli debe etmekte.Living Colour,sadece living colour değil living musicality'dir.Ülkemizde konser vererek de gönüllerimizi fethetmeyi başarmışlardır.Bunu da anekdot olarak izleyicilerimizle paylaşalım...
     Başka bir grup yahut sanatçı hakkında ortaya dökülecek yazıda görüşmek üzere,esenle kalınız...
    
      

Freddie,ben de hafiften deliriyorum galiba!

I'm Going Slightly Mad

   I'm going slightly mad.It finally happened...
   Son zamanlarda en cok dinlediğim queen şarkısı,hatta en cok dinlediğim şarkı.Queen'in 1991 Innuendo Albumünün 2.şarkısı.Peki bu şarkıyı bu denli fazla dinlememin nedeni ne diye düşünüp duruyorum sürekli.Hasebini sonunda çözebildim:dehsetengiz bestesi ve yanısıra enteresan sözleri.Hayır!Bu da değil tam olarak.Ağzımdaki baklayı çıkarmamın zamanı geldi bence:Freddie'nin vefatının yaklaştığının habercisi olmasi.Klibi her izlediğimde biraz nasiplenmek,biraz eleştirmek yerine,Freddie'nin o vakitki haleti ruhiyesini düşünmeden kendimi alamıyorum.Kendimi onun yerine koymaya çalışıyorum;fakat başaramıyorum.Bir insan hayata vedasının yaklaştığını bile bile nasıl böylesine enerjik olabilir aklım almıyor!Buna ancak ''Freddie'nin Yüceliği'' şeklinde bir açıklama getirebirim.
    Freddie Mercury o kadar harikulade bir frontman ki queen'in isminin görkemini kaybetmemesi adına hayatının son anlarına kadar canhıraş biçimde müzik faaliyetinde bulunmuş.Bu vaziyet de onu enikonu yormuş.Bu müthiş ve bir o kadar ağır sorumluluk yükü altında hiç müşteki olmamış...
     Şarkı,Queen hayranlarınca vasat olarak tanımlanıyor;ancak bana göre show must go on,killer queen,innuendo,bohemian rhapsody,i want it all,don't stop me now,the miracle ile beraber queen'in en iyi işlerinden biri.Bilhassa bunda,şarkının enteresan sözleri,Freddie'nin muz ağacı tahayyülü,ilginç Lord Byron parodisi,grup üyelerinin cins halleri ve klibin siyah beyaz çekilmesi,intro ve outro'sundaki bass partisyonlarinin kudretli görkemi yatıyor.
     Gerçekten dünyanın en garip;fakat bir o kadar güzel şarkısı diye düşünüyorum.Ölümü,yalnızlığı,yaşamın anlamını sorguluyorsunuz bu şarkıyla...
      Düşünün ki bu yazıyı yazarken,bir yandan söz konusu şarkıyı dinliyor ve gitgide melankolik bir duygu seline kendimi kaptırıveriyorum...
      Bu ufak yazı,blogger kariyerime ufak bir başlangıç mahiyetindedir.Umarim daha guzel,daha merak uyandırıcı yazılar yazabilme gücünü kendimde bulabilirim...